07 Eylül 2024

Öfkeyle kalkan zararla oturur

Mısır-Türkiye ilişkilerinin bozuk gittiği 10 yıl boyunca iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler olumsuz etkilenmemiş, hatta daha da gelişmiş. Ama siyasi açıdan kaybeden Türkiye oldu

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın daveti üzerine 12 yılın ardından ilk kez Türkiye'yi ziyaret etti.

Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah Es Sisi, dört gözle beklenen Türkiye ziyaretini hafta ortasında gerçekleştirdi. "Sisi" Arap dünyasında çok duyulan bir isim değil. Mısırlı bir gazeteci arkadaşımdan öğrendiğime göre, Arapçada "yavru katır" anlamına geliyormuş. Türkçede ise daha ziyade Mimi, Fifi, Zizi gibi kısaltma isimleri çağrıştırıyor.

Habsburg'ların mutsuz Kraliçesi Sisi

Bir de 1955 yapımı Romy Schneider'ın canlandırdığı filme konu olan Habsburg'ların ünlü imparatoru 1. Franz Joseph'in güzeller güzeli eşi kraliçe Sisi var. Asıl adı Elizabeth olan Sisi'nin aşk, ihanet, intihar ve fırtınalarla dolu değişik bir yaşam öyküsü olmuş. Sisi aynı zamanda Viyana yakınlarındaki Mayerling Şatosunda sevgilisiyle birlikte intihar eden Prens Rudolph'un da annesi.

16 yaşında kuzeni Franz Joseph ile evlenerek girdiği Saray'da aynen Prenses Diana gibi mutlu olamaz. Saray'daki tüm seremonilerden nefret eder. Sigara içmek, ata binmek, sürekli jimnastik yapmak gibi o dönemde hanedan tarafından hoş karşılanmayan hobiler edinir. Bir süre sonra eşinin kendisini aldattığını öğrenince Hanedandan iyice uzaklaşır, sağlık sorunlarını bahane edip başka şehirlere giderek oralarda yaşamaya başlar. Bu seyahatlerinden birinde Cenevre'de Luigi Lucheni isimli bir Sırp tarafından bıçaklanarak öldürülür. İlginç bir tesadüf olarak Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'nin Ankara ziyareti, adaşı Kraliçe Sisi'nin öldürülmesinden 126 yıl sonra aynı günlere rastladı.

Türkiye-Mısır ilişkileri

Türkiye-Mısır ilişkileri bana hep Türk Yunan ilişkilerini hatırlatır. Her ikisi de çok uzun geçmişlere dayanır. Tarihte büyük medeniyetler kuran eski Yunan da, eski Mısır da Türklerle yakın ilişkiler kurmuşlar. İlk bilinen yazılı barış anlaşması Kadeş, Mısır Firavunu ll. Ramses ile Hitit Hükümdarı lll. Hattuşili arasında M.Ö.1269 yılında imzalanmış. Gerek Yunanlılar, gerek Mısırlılar aşağı yukarı aynı tarihlerde Osmanlı hükümranlığına girip çıkmışlar. 400 yıl Osmanlı buyruğu altında yaşamış olmalarına rağmen rahat durmamışlar, özellikle 19. yüzyılda sık sık Osmanlı'ya isyan etmişler. 1832 yılında Kavalı Mehmet Ali'nin askerleri Kütahya'ya kadar gelmiş. Yüz yıl sonra da General Trikopis komutasındaki yunan ordusu Sakarya'ya dayanmıştı. Özetle, Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkiler tıpkı Türk-Yunan ilişkileri gibi "aşk ve nefret" temelinde bir ileri bir geri giderek bugünlere gelindi.

Cumhurbaşkanı Sisi'nin Türkiye ziyareti

Türkiye'nin 3 Temmuz 2013 yılında, seçilmiş cumhurbaşkanı Mursi'nin Mareşal Sisi tarafından kuvvet kullanılarak iktidardan uzaklaştırılmasını darbe olarak nitelemesi doğru bir karardı. Oysa Kongre'den Mısır'a yaptığı yardımları geçiremeyeceği korkusuyla ABD ve onu örnek alan Avrupa Birliği Üyeleri Kahire'de yaşananlara bir türlü darbe lafını telaffuz edemedi. Sisi darbesinden bir hafta sonra İstanbul havaalanında karşılaştığım o tarihteki AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Stefan Füle'ye bu konuda ne düşündüğünü sorduğumda bana ördek testi tekerlemesiyle aşağıdaki cevap verdi:

"Eğer ördeğe benziyorsa, ördek gibi yüzüyorsa, ördek gibi viyaklıyorsa ona ördekten başka bir şey diyemezsiniz."

Ancak, Türkiye başlangıçta Mısır'daki darbeye gösterdiği haklı tepkiyi çok abarttı ve gereksiz bir şekilde uzattı. Cumhurbaşkanı Erdoğan son ziyarette devlet protokolünün dışına çıkarak havaalanında karşılayıp "kardeşim" diye koluna girdiği Sisi'ye söylemediğini bırakmadı. New York'ta aynı masada görüntülenmemek için BM Genel Sekreteri'nin verdiği geleneksel akşam yemeğine katılmazken, bu hafta Külliye'de ağırlayarak samimi fotoğraflar çektirdi.

Kim kaybetti, kim kazandı?

Öfkeyle kalkan zararla otururmuş. Mısır-Türkiye ilişkilerinin bozuk gittiği 10 yıl boyunca iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler olumsuz etkilenmemiş, hatta daha da gelişmiş. Ama siyasi açıdan kaybeden Türkiye oldu. İster kabul edelim, ister etmeyelim; Mısır'ın Arap dünyası içinde çok önemli bir ağırlığı vardır. Arap ülkelerinin çoğu uluslararası kuruluşlarda Mısır temsilcisinin gözünün içine bakar. Arap ülkelerinde görev yapan bir meslektaşımdan ev sahibi ülke yetkililerinin kendisine her vesileyle Türkiye'nin Mısır'la ilişkilerini düzeltmesini telkin ettiğini duymuştum.

Türkiye, Mısır'la bozuşmakla sadece Arap dünyası içerisinde değil gerek enerji denkleminde, gerek deniz yetki alanlarının sınırlandırılması sürecinde Doğu Akdeniz'de de yalnız kaldı. Mısır'ı kendi eliyle Yunanistan, İsrail, GKRY'den oluşan şer cephesinin kucağına attı.

Cumhurbaşkanı Sisi'nin hafta içerisindeki ziyareti aslında yaklaşık beş yıl süren uğraşların bir sonucu. Normalleşme sürecinde ağırdan alan taraf hep Mısır oldu. Önce İstihbarat Örgütleri Temsilcileri, sonra Dışişleri Bakan Yardımcıları, ardından Dışişleri Bakanları arasındaki temaslar bu yıl başında sevgililer gününde Erdoğan'ın Kahire ziyaretiyle cumhurbaşkanı düzeyine çıkarıldı. Bir de perde arkasından atılan adımlar var. Darbeden sonra Türkiye'ye sığınan Müslüman Kardeşler mensupları ya sınır dışı edildi ya da susturuldu. Dışişleri Bakanlığının internet sitesinin Mısır'a ilişkin bölümündeki "darbe" sözcükleri "askeri müdahale"yle değiştirilmiş.

Neler bekleniyor?

Cumhurbaşkanı Sisi'nin son ziyaretiyle Türkiye-Mısır ilişkilerinde moda tabiriyle beyaz bir sayfa açıldı. Ama Erdoğan ve Sisi'nin hafızalarındaki tatsız hatıraların kolay kolay silineceğini sanmıyorum. İki ülke de birbirlerinin samimiyetlerini bir süre test etmek isteyeceklerdir. Bu süre zarfında Türkiye'nin Müslüman Kardeşler'in Sisi aleyhinde faaliyetlerde bulunmasına müsaade etmemesi, Libya'da ayağına basmaması; Mısır'ın da Yunanistan ve GKRY sevdasından vazgeçip Doğu Akdeniz'de Türkiye'yi rahatsız eden davranışlardan kaçınması ve Kıbrıs sorununda biraz yansız bir tutum izlemeye çalışması önem taşımaktadır.

Hasan Göğüş kimdir?

Hasan Göğüş, 1953 yılında Gaziantep'te doğdu. 1976'da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.

Diplomatik kariyerine 28 Nisan 1977'de başladı. Yurtdışında sırasıyla Yeni Delhi Büyükelçiliği'nde ikinci kâtip, BM Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği'nde başkâtip, Londra Büyükelçiliği'nde müsteşar, AGİT'te Daimi Temsilci Yardımcısı olarak çalıştı.

Dışişleri Bakanlığı merkezde; Müşterek Güvenlik İşleri, Savunma Anlaşmaları ve Uygulama dairelerinde ikinci kâtiplik, müsteşar özel kalem müdürlüğü, Bağımsız Devletler Topluluğu Genel Müdürlüğü'nde Orta Asya Daire Başkanlığı, AGİT Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı, Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü ve Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Merkezdeki son görevi sırasında Türkiye-Hollanda ilişkilerine katkılarından dolayı Hollanda Kraliçesi Beatrix tarafından "Oranje- Nassau" nişanı ile ödüllendirildi.

Büyükelçi olarak Türkiye'yi sırasıyla Yeni Delhi, Atina, Viyana ve Lizbon'da temsil etti. 23 Ekim 2018'de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekliye ayrılan Hasan Göğüş, Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütü Danışma Kurulu ve Okan Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliklerini sürdürüyor, T24'te dış politika konusunda yazılar yazıyor.

Hasan Göğüş'ün ayrıca 42 yıllık meslek anılarını derlediği, Doğan Kitap'tan yayımlanmış "Zor Başkentlerde Diplomasi" ve köşe yazılarını topladığı İdeal Kitap'tan yayımlanmış "Diplomasi Yazıları" isimli iki kitabı bulunmaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye sarmalında kırk yıllık kani olur mu yani?

Türkiye’nin işi o kadar kolay değil. Suriye’nin Afganistanlaşması, Güneyimizin Peşavirleşmesine yol açabilir. HTŞ’nin içerisinde çok sayıda cihatçı gruplar yer alıyor. Bu grupların HTŞ’ye egemen olması halinde YPG/PYD’nin terör koridorunu önleyelim derken güney sınırlarımızda HTŞ’nin oluşturacağı bir terör koridoru ile karşılaşmamız pekâlâ mümkün

Kadınların fendi Netanyahu’yu yendi

Kamuoyunda “Lahey’i basma yasası” olarak da bilinen “Amerikan Askeri Personelini Koruma Yasası”, (ASPA) ayrıca Amerikan askerlerini kurtarmak için ABD’nin her türlü önlemi alabileceğine ilişkin hükümler içeriyor. Trump yönetimi devraldığında hasbelkader bir Amerikan askeri UCM’lik olursa, maazallah, Trump bu yasaya dayanarak Lahey’i “cehenneme çevirmeye” kalkışabilir

“Amerika’yı seversen, İsrail’i sevmek zorundasın”

Kesin olan bir öngörü varsa, o da Trump 2.0’ın İsrail’e olan desteğinin her hâl ve kârda artarak devam edeceğidir. Türk-Amerikan ilişkilerinde önümüzdeki dönemde Türkiye’nin en fazla başını ağrıtacak konuların ilk sıralarında da İsrail ile ilişkiler, Filistin meselesi ve Hamas konusundaki görüş ayrılığı gelecek gibi görünüyor

"
"